Gül hastalığı, tıbbi adıyla pityriasis rosea, ciltte pembe ya da kırmızımsı pullu döküntülerle karakterize olan, genellikle gövde ve sırt bölgesini etkileyen, kendiliğinden sınırlı bir cilt rahatsızlığıdır. Hastalık çoğunlukla genç erişkinlerde görülür ve viral bir enfeksiyonu takiben geliştiği düşünülmektedir. Genellikle “haberci leke” adı verilen tek bir büyük döküntüyle başlar ve birkaç gün içinde çevresine daha küçük lezyonlar yayılır. Bu döküntüler kelebek kanadı şeklinde bir dağılım göstererek gövdede simetrik bir desen oluşturur. Kaşıntı bazı hastalarda hiç görülmezken, bazılarında rahatsız edici düzeyde olabilir. Hastalık genellikle 6-8 hafta içinde kendiliğinden iyileşir ve nadiren kalıcı iz bırakır.
Gül hastalığı, geçici ama dikkat çekici cilt döküntülerine yol açan inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Hastalığın kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, human herpesvirüs tip 6 veya 7 gibi bazı viral etkenlerin bağışıklık sistemini uyararak bu tabloya yol açtığı düşünülmektedir. Pityriasis rosea, bulaşıcı olmamakla birlikte, grip benzeri bir enfeksiyonu takip eden günlerde ortaya çıkma eğilimindedir. Genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında daha sık rastlanır. Kendiliğinden iyileşmesiyle bilinen bu hastalık, ciltte ani değişimlere neden olması nedeniyle hastalarda stres ve estetik kaygılara yol açabilir.
Gül hastalığının kesin nedeni bilinmemekle birlikte, araştırmalar bu hastalığın viral bir enfeksiyona ikincil olarak geliştiğini göstermektedir. Özellikle human herpesvirüs tip 6 (HHV-6) ve tip 7 (HHV-7), bazı vakalarda hastalıkla ilişkilendirilmiştir. Bu virüsler genellikle çocukluk çağında edinilir ve vücutta latent olarak kalabilir. Bağışıklık sisteminin zayıfladığı dönemlerde virüs yeniden aktive olarak ciltte pityriasis rosea benzeri döküntülere yol açabilir. Soğuk algınlığı, ateşli hastalıklar ve stres gibi durumlar, bu süreci tetikleyici faktörler arasında yer alabilir. Alerjik tepkiler veya bazı ilaçlar da nadiren benzer döküntülerin oluşmasına neden olabilir.
Gül hastalığı genellikle “haberci leke” denilen 2–10 cm çapında büyük bir döküntü ile başlar. Bu lezyon çoğunlukla göğüs, sırt veya karın bölgesinde ortaya çıkar. Birkaç gün içinde bu ana lezyonu takip eden daha küçük, oval ve pembe döküntüler, gövde boyunca yayılır. Döküntüler sıklıkla ‘noel ağacı deseni’ adı verilen şekilde, sırtta V şeklinde bir dağılım gösterir. Ciltte hafif pullanma, kaşıntı ve nadiren batma hissi görülebilir. Kaşıntı özellikle sıcak duş, terleme veya yünlü giysilerle temas halinde artabilir. Bazı hastalarda döküntüler başlamadan önce boğaz ağrısı, baş ağrısı, yorgunluk ve hafif ateş gibi prodromal semptomlar da gözlenebilir.
Gül hastalığı genellikle tedavi gerektirmeyen, kendi kendine iyileşen bir hastalıktır. Çoğu vaka 6 ila 8 hafta içinde hiçbir kalıcı iz bırakmadan tamamen geçer. Ancak bazı durumlarda döküntüler 12 haftaya kadar sürebilir. Kaşıntı varsa, bunu hafifletmek için topikal kortikosteroid kremler, nemlendirici losyonlar veya antihistaminikler önerilir. Ilık suyla kısa süreli duş almak, cildi tahriş etmeyen sabunlar kullanmak ve pamuklu giysiler tercih etmek iyileşmeyi destekler. Hastalık geçtikten sonra nadiren ciltte hafif renk değişiklikleri kalabilir, fakat bu durum da zamanla düzelir.
Gül hastalığının teşhisi genellikle klinik muayene ile konur. Dermatologlar, döküntülerin tipi, dağılımı ve hastanın tıbbi öyküsüne göre tanıya ulaşırlar. Haberci leke ve ardından gelen simetrik döküntüler tanıyı kolaylaştırır. Ancak bazı durumlarda, özellikle döküntüler tipik değilse ya da cilt hastalıklarıyla karışıyorsa, biyopsi alınarak histopatolojik inceleme yapılabilir. Nadiren de olsa sifiliz, tinea corporis veya ilaç döküntüsü gibi durumlarla ayırıcı tanı gerekebilir. HIV gibi bağışıklık sistemini etkileyen başka hastalıklar da dışlanmalıdır.
Gül hastalığının özel bir tedavisi yoktur çünkü genellikle kendiliğinden iyileşir. Ancak kaşıntı gibi belirtiler tedavi gerektirebilir. Hafif olgularda sadece cilt bakımı yeterlidir. Daha şiddetli kaşıntılarda kortikosteroidli kremler, oral antihistaminikler veya çinko oksit içeren yatıştırıcı losyonlar kullanılabilir. Nadiren, döküntülerin hızla iyileşmesini sağlamak için ultraviyole B (UVB) ışık tedavisi uygulanabilir. Antiviral ilaçlar (örneğin asiklovir) bazı çalışmalarda döküntü süresini kısaltmada etkili bulunmuş olsa da rutin kullanımı önerilmez. Tedavi sürecinde doktor kontrolü önemlidir; çünkü bazı cilt hastalıkları gül hastalığı ile benzer görünümler sergileyebilir.
Gül hastalığı olan kişiler öncelikle ciltlerini tahriş edecek durumlardan uzak durmalıdır. Sıcak duşlar, sentetik veya yünlü giysiler, aşırı terleme ve parfümlü kozmetik ürünler döküntüleri artırabilir. Cildi nemli tutmak, pamuklu ve gevşek giysiler giymek, güneşe çıkarken koruyucu kullanmak belirtileri hafifletmeye yardımcı olur. Stresten uzak durmak, uyku düzenine dikkat etmek ve bağışıklığı destekleyen beslenme alışkanlıkları edinmek iyileşme sürecini hızlandırabilir. Ayrıca kaşıntıyı azaltmak için tırnakları kısa tutmak ve lezyonları tahriş etmemek önemlidir.
Gül hastalığında doğrudan etkili olduğu kanıtlanmış bir diyet kısıtlaması bulunmamakla birlikte, bazı gıdalar bağışıklık yanıtlarını etkileyebilir. Aşırı baharatlı, yağlı veya işlenmiş gıdalar, bazı kişilerde kaşıntıyı artırabilir. Çikolata, alkol ve kafein içeren içecekler de bazı hastalarda cilt reaksiyonlarını şiddetlendirebilir. Şeker oranı yüksek besinler, bağışıklık sistemini baskılayabileceği için bu dönemde sınırlandırılmalıdır. Bunun yerine, bol su tüketimi, sebze ve meyve ağırlıklı beslenme ve omega-3 içeren gıdalar önerilir. Elbette her bireyin vücudu farklı tepkiler verebilir; bu nedenle gıda takibi yapmak faydalı olabilir.
Gül hastalığı genellikle ciddi komplikasyonlara neden olmayan, iyi huylu bir cilt hastalığıdır. Ancak nadir durumlarda döküntüler çok yaygın olabilir ya da uzun süre devam edebilir. Bağışıklık sistemi baskılanmış bireylerde iyileşme süreci daha uzun sürebilir. Kaşıntı nedeniyle ciltte oluşan yaralanmalar enfeksiyon riskini artırabilir. Gül hastalığı, estetik açıdan rahatsızlık verse de kalıcı iz bırakmaz ve iç organları etkilemez. Psikolojik stres yaratabilen durumlarda tıbbi destek alınması faydalıdır. Genel olarak tehlikeli sayılmaz, fakat doğru tanı ve bakım gerektirir.
Gül hastalığı, genel kanıya göre bulaşıcı değildir. Bir enfeksiyonu takip ettiği düşünülse de kişiler arası doğrudan temasla ya da solunum yoluyla bulaştığına dair kanıt bulunmamaktadır. Ev içinde aynı ortamda yaşayan diğer bireylerde görülme oranı düşüktür. Ancak bazı viral enfeksiyonlarla ilişkili olduğu için, özellikle ilk günlerde bağışıklık sistemi zayıf kişilerin dikkatli olması önerilir. Gül hastalığı olan bireylerin günlük yaşamlarını sürdürmelerinde ve sosyal ilişkilerini devam ettirmelerinde bir sakınca yoktur.